17 Kasım 2013 Pazar

Kahrında Hoş...



Kahrında hoş
İster cefa ister vefa,
Kahrın da hoş lütfunda hoş.
Bir dert gönder yahut deva!
Kahrın da hoş lütfunda hoş.

Hoştur bana senden gelen,
İster hırka, ister kefen,
Ya taze gül yahut diken,
Kahrın da hoş lütfunda hoş.

Sensin ebed, sensin ezel,
Hem lütfu, hem kahrı güzel,
İster isen, bağrımı del!
Kahrın da hoş lütfunda hoş.

Ya bağ veya bostan ola,
Ya visal ya hicran ola,
İster isen zindan ola,
Kahrın da hoş lütfunda hoş.

Gelse celalinden cefa,
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa,
Kahrın da hoş lütfunda hoş.

Anlaşılmaz nasıl iştir,
Ya gülistan ya ateştir,
Eşrefoğlu bir derviştir,
Kahrın da hoş lütfunda hoş.

Yunus Emre

14 Kasım 2013 Perşembe

Knocking on Heaven's Door...


* Dünya üzerinde süren, 30 savaş var.
* Bu savaşlarda kullanılan 300.000 den fazla çocuk asker bulunuyor.
* Son 10 yılda 2 milyon çocuk, bu savaşlarda yaşamını yitirdi.
* Savaşın %90'ı sivil yaşam kayıplarından oluşuyor.
* 12 Milyon çocuk, savaş nedeni ile evsiz kalmıştır.
* 10 Milyon çocuk savaşın psikolojik travmalarını yaşamaktadırç
* Savaş bölgelerinde yetişen tüm yeni kuşaklar, barışın ne olduğunu hiç bilmiyor.

3 Kasım 2013 Pazar

Derdi Olan Neylesin?


     Celâdet ve adaletin timsâli Yavuz Sultan Selim (rahmetullahi aleyh), Mısır Seferi’nden sonra fethettiği beldede adâlet ve otoriteyi tesis için, bir süre kalmak ister. Bunun için hazırlıklar yapılır ve padişahın otağ-ı hümâyunu kurulur. Sultanın çadırını temizlemekle vazifeli kadınlardan biri, akşamları çadıra dönen Yavuz’u o gün ilk defa yakından görür ve o andan sonra onun sevgisiyle yanmaya başlar. Zamanla bu sevgi, bir sevdâ olur Mısırlı kadının yüreğinde. O, düştüğü derdin çaresizliğini bilir; fakat bununla birlikte çâre aramaktan geri durmaz.

Bir cuma günü Koca Yavuz çadırdan çıktıktan sonra bir tanıdığına yazdırdığı kâğıdı, sultanın yastığının yanına iliştiriverir. Kâğıtta; ‘Derdi olan neylesin?’ yazmaktadır. Sultan, gece istirahatına çekildiğinde yastığının yanında bulduğu kâğıtta yazılı bu ümitsiz cümleye, bir karşılık yazıp yastığının altına bırakır. Kadıncağız sabah, ‘Acaba sultan cevap yazdı mı?’ heyecanıyla -belki de biraz ümitle- yastığın altına bakar ve kâğıdının arkasına bir şeyler yazılmış olduğunu görür. Sırdaşına okuttuğu bu notta, ‘Derdi olan söylesin!’ yazmaktadır. Kadıncağız en azından derdini anlatabileceği düşüncesiyle biraz da olsa sevinir, ümitlenir bu cümleyle. Fakat padişahın celâdeti onu korkutmaktadır. ‘Şîrlerin pençe-i kahrında lerzân olduğu’ Koca Yavuz’a böyle bir şey söylemek kolay mıdır?!.. Bu defa kadın, ‘Korkuyorsa neylesin?’ yazılı bir kâğıt bırakır sultanın yastığının altına ve ertesi günü sabırsızlıkla bekler. Ertesi sabah yine yastığın altına heyecanla bakar; sultanın kaleminden çıkan, ‘Hiç korkmasın, söylesin!’ yazısını görünce kadının ümidi biraz daha artmıştır. Hiç olmazsa kendini yakıp kavuran derdini söyleyecek, kabul görmese de, derdinden bir nebze olsun kurtulacaktır. Kadıncağız bütün cesaretini toplayıp akşam sultanın gelme vaktinde çadırın girişinde bekler. Birazdan Koca Yavuz, bütün haşmetiyle görünür; hâlinden, duruşundan kadının kendisine bir şeyler söylemek istediğini fark eder: ‘Söyle!’ der kadına. Edeble el-pençe duran kadın titremeye başlar ve dizlerinin bağı çözülür. Padişah gür sesiyle ikinci defa ‘Söyle!’ deyince, kadın, heyecanından sadece; ‘Efendim!’ der ve gerisini getiremez; Koca Sultan’ın celâdetinden duyduğu heyecanla yere yığılır ve ruhunu oracıkta Rabb’ine teslim eder. Herkesi bir telâş ve heyecan sarsa da, gözler Koca Yavuz’dadır. 

Meseleyi günlerdir hisseden Yavuz’un bu tablo karşısında yüreği yanar, gözleri dolar ve şöyle der: ‘Hakîkî âşık odur ki, sevdiği uğruna kalbi dursun!”