25 Kasım 2012 Pazar

Endüstriyel Tasarım' da Türkiye Nerede?

Endüstriyel Tasarım, üretilecek olan veya üretilmesi düşünülen ürünlere ait prototip ve konsept tasarımlar ortaya koyan ve tüm dünyada büyük önem verilen bir konu. 

Telefondan uzaktan kumandaya, mutfaktan ayakkabıya, giyimden otomobile, mobilyadan dayanıklı tüketim cihazlarına kadar akla gelebilecek her ürün, endüstriyel tasarım sonucu ortaya çıkmıştır.

Endüstriyel tasarım konusunda özellikle İtalya ön sıralarda yer almaktadır. Ayakkabı tasarım sektörü, mobilya tasarımları, otomobil tasarımları (bu konuda marka bilinirliği çok yüksek Ferrari, Mesarati, Lombardini, Bugatti, Fiat gibi firmaları sayabiliriz), erkek ve bayan giyimi gibi sektörlerde hem İtalyan markaları göze çarpmaktadır. ABD, Fransa, Almanya, Japonya, Güney Kore, Hindistan ve Çin, endüstriyel tasarım konusunda iddaalı ülkelerdir. 

Bir ürünü tüm dünyada bilinen ve tüketilen bir ürün yapmak, marka bilinirliğini üst sıralara çıkarmak, endüstriyel tasarımdan geçiyor. 

Türkiye' de endüstriyel tasarım maalesef istenilen düzeyde değil. Bu yüzden yerli üreticilerin ürünleri, marka bilinirliği olmadığı için yurtdışında fazla rağbet görmüyor. Endüstriyel tasarım konusunun altyapısını hazırlayacak ortaöğretim seviyesinde maalesef bir okul yok. MEB tarafından açılan Bilim Sanat Merkezleri bu işi yapmaktan çok uzak. Üniversite seviyesinde ise bu bölümü açan fakülte sayısı,  bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az.



Son yıllarda, üretimde atağa geçen Türkiye, endüstriyel tasarım konusunda kendi elemanlarını yetiştirmeli, hatta ülke dışına bile bu konuda hizmet vermelidir. Genç nüfusu bu konuda büyük bir potansiyeldir.

Mesleki ve Teknik Eğitim veren lise seviyesindeki okullarda, özellikle Teknik Lise ve Anadolu Teknik Lisesi seviyesinde Endüstriyel Tasarım bölümleri açılmalı, bu konularda altyapı hazırlanmalıdır. Üniversite seviyesinde ise Yüksekokullarda ve 4 yıllık fakültelerde sanayinin ve sanayicinin talebi doğrultusunda bu bölümler açılıp, bu eğitimin temelini almış Teknik Lise ve Anadolu Teknik Lisesi öğrencileri bu bölümlere alınmalıdır.

Aksi halde, büyük sanayi kuruluşlarımız, İtalya'dan, Fransa'dan, Çin' den endüstriyel tasarımcı getirmeye devam ederler. Bu konuda günü kurtaracak işler değil, bunun altyapısını sağlam bir şekilde atacak işler yapılmalıdır.


18 Ekim 2012 Perşembe

Evlendirme Programlarına Dair...

Genelde televizyon seyretmem. Hatta haberlere bile çoğu zaman bakmam. Sadece, TV açık olursa konu başlıklarına kulak misafiri olurum o kadar. Televizyon karşısında oturup, saatlerce boş boş ekrana bakmak bana çok saçma geliyor. Televizyon, insanın düşünce yeteneğini körelten, hayal gücünü güdükleştiren ve özellikle de zamanını çalan bir alet. Türkiye' ki TV kanalları ve yayıncılık anlayışı ise ayrı bir garabet.

Özellikle son yıllarda TV kanallarında evlendirme, çöp çatanlık programları türemeye başladı. Bir kanal bir programa başladığı zaman, program azcık tutarsa, hemen diğer kanallarda pisliğe üşüşen sinekler gibi o tür programlar yapmaya başlıyorlar. Sebebi, reklam, rant, kar v.s, v.s ne derseniz deyin.

Bu evlendirme programlarınından, özellikle popüler olanına, bir kaç kez TV açıkken denk geldim ve şöyle göz ucu ile inceledim. Bu nasıl bir saçmalık, nasıl bir utanmazlık, nasıl bir ahlaki çöküntü, nasıl bir zaman harcama enayiliğidir şaşırmamak elde değil. Türkiye dar gelmiş, İran' dan bile kadınlar programa koca aramaya gelmişler. Sanki İran'da erkek kalmamış gibi..



Programı sunan bayana bakıyorum, çok önemli ve matah bir iş yapıyormuş havasında ve edasında, itici bir sempatiklikle, gelenleri idare etmeye çalışıyor,  oraya üşüşmüş evlenmek için talip bekleyen, erkek ve bayanlara bakıyorum hepsi başka bir garip. Karı yada koca arayanların talibinde bekledikleri özelliklere bakıyorum, "Evi olsun, İşi Olsun, Maaşı iyi olsun, arabası olsun, yazlığı olsun, boşanmış ise çocuğu olmasın,  v.s v.s..." ..Sanki İngiltere Kraliçesi veya Kralı evleniyor.. Bu tür isteklerde bulunmak bile programa katılanların nasıl bir insan profili çizdikleri konusunda az çok bilgi veriyor.
Konuşmalarına baktığınız zaman da bir çoğunun psikolojik olarak, kişilik olarak, davranış olarak problemleri olduğunu hemen anlıyorsunuz. Zaten, bu tür insanlar kendi çevrelerinde, mahallelerinde ve dostları arasında tüm kredilerini kaybetmişler, karı yada koca bulamamışlar demek ki, televizyona düşmüşler.

Bu insanlara talip geldiği zaman ise ayrı bir şenlik. Perde açıldığı zaman talip olan insanın tipini beğenmezlerse, "Elektrik Alamadım", "Pozitif Enerji Alamadım" gibi bahanelerle gelenleri de küçük düşürüyorlar. Gerçi oraya gelenler de küçük düşmeyi göze alarak geliyorlar demek ki. Elektrik alıp ne yapacaksın, santral mi kuracaksın? TEDAŞ'a elektrik mi satacaksın?...Ve maalesef en kötüsü, televizyon başında bunları büyük bir heyecan ve ilgi ile izleyen, tepki göstermeyen Türk Milletinin tutumu..

Savaşlarda bile bileği bükülmeyen Türk Milleti, ekonomik olarak, ahlak olarak, manevi olarak büyük bir çöküntü içinde. Bu çöküntüden herkes sorumlu. Baştaki yöneticiler, eğitim sistemi, okullar, anne babalar ve hepsinden daha fazla bunlara çanak tutan televizyonlar ve orada çalışan ortalamanın altında zeka seviyesine sahip kişiler ve basınımızın güzide yetkilileri..

Sağlıcakla Kalın..

30 Eylül 2012 Pazar

Sonbaharı sevmek için on iki sebep...(*)



Sonbahar kuzey yarımkürede yaşayanlara eylül, ekim, kasım aylarında misafir olur.
Bu mevsimin toplumsal belleğimize hüzünle kodlanmasına hep isyan ettim. Adını ben verseydim ona hazan değil neşe derdim. Tabiatın ölüyor görüntüsüne aldanmam çünkü. Aksine bütün hücrelerimle yenilendiğimi hissederim. Neşe kapıma gelmişse onu vücut evimin başköşesine, gönlüme buyur eder, ağırlamakta kusur etmeyeyim diye titizlenirim. Bu yıl ilk kez hüsnükabulümün nedenlerini düşündüm. On iki sebep çıktı ortaya:

1. Yaz tembelliğinden kurtarır. Yeni projeler, diziler, filmler, kitaplar, güzel bir başlangıç umudu sunar ve der ki çok yavaşlamıştın, canlan koş biraz. Aslında yeni yıl Eylül'le başlar.

2-Belirsizliği korkutucu olmaktan çıkarıp sevdirir. Bir gün yaz, bir gün kışa benzer. Aynı gün içinde bile sıcaklık bir iner bir çıkar. Hem hırka, hem sandalete yer açar... Bazen yağmurluğa, bazen güneş gözlüğüne... Der ki hayat da böyledir. Alışma ona, bağlanma. Geçer gider her şey. Göçün güzel ola...

3-Renk cümbüşü baş döndürür. Ah o kızıllar, kahveler, turuncular, sarılar, bejler... Ana renklere değil ara tonlara dikkat çeker. Orta yolun ihtişamını hatırlatır. Der ki ılımlı ol, fısıltı gürültüden evladır...

4-Teslimiyetin görkemi uçurur. Ağaçlar yaprakları dökülürken bağırmazlar. İsyanın değil boyun eğmenin şarkısını söylerler, sessiz ve derinden... Der ki kuruduğuma üzülme, bekle beni; altı ay sonra döneceğim, seni çiçeklerimle öpeceğim...

5-Bilgeliğin zirvesidir. Yapraklarını yitirmek, bitkiye eza değil armağandır. Ağaca zararlı maddeler yaprakta birikir. Kuruyup dökülmesi bunlardan kurtulması içindir. Der ki bize sen de yenilenmek istiyorsan at fazlalıklarını, hafifle biraz.

6-Ölüm korkusuna panzehirdir. Doğa yeşilini çıkarır ama son modaya uygun yeniden giyinir. Der ki korkma, can verirken de güzel olunur. Hem gelirken de çıplaktın, unuttun mu?

7-Kayıp sesler keşfedilir. Kurumuş yaprakların çıtırtısı mesela... Yollar konser salonudur, ayaklarının altında çalınır senfoni. Yağmur damlaları maestro... Der ki çamurdan hoşlanmayanlara, işte içindeki çamurla yüzleşme fırsatı...

8-Hayvanların varsa yayladan köye dönmenin, bağın varsa onu bozmanın sevinci. Yıl boyu yiyeceğin erzakı ambara koyarsın. Yoruldun artık tarlada çalışmayacaksın. Şehirliysen manav tezgahlarındaki değişimden tat almaya başla...

9-Sonbahar ömrün en rahat dönemine tekabül eder. Yaşlanıyorsun ama henüz dinçsin ve güzelsin. Hırsların geride kaldı. Arzunun ateşi artık yakmıyor. Önceliğin dinginlik oldu. Der ki hamd et, keyfini çıkar bu demin...

10-Duyguların coşar taşar. Sonbahar zorla şair yapar seni. Cebrine aşkla teslim olursun. Yazamasan bile bakışına, edana yapışır şiir. Hüzne meyyalsen de boşta kalmazsın, neşeyle dolansan da...

11-Günle gecenin devir teslim törenine katılırsın. Onlar kavga etmez aralarında, buyur sıra sende, biraz da sen öne çık derler birbirlerine. Sonra alır sazı eline gece ve der ki bize, hadi siz de çekilin içinize biraz. Işığın hası karanlıkta yanar; yeminle...

12-Üşüyenlere pastırma yazı vaadi. Ekim sonu kasım ortası, yılın en şahane günlerini yaşarsın. Sonrasında neşe valizini hazırlar. Gönlümdeki yerini kışa bırakacaktır. Hüzün, işte o zaman başlar...

(*) Nuriye AKMAN' ın yazısından alıntılanmıştır.

25 Eylül 2012 Salı

Büyük Ustayı Kaybettik...


Bir süredir, hastanede tedavi görüyordu. Bugün haberi geldi. Büyük Usta Neşet Ertaş, Hak'ka yürümüştü. Üzüldüm. Bazı türküleri ilk onun ağzından duyduğumda, şaşırmış ve "sözleri ve müziği ne kadar da güzelmiş" diyerek beğenimi ifade etmiştim.

Türk Halk müziği, bir daha kolay kolay yetişmeyecek büyük bir ustasını kaybetti. Türkülerimiz yetim kaldı. Allah Rahmet Eylesin...


YALAN DÜNYA
Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın
Bende gülmedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce mutlumu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada

Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım boş yere kandım
Rengi gönlümde solan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada

Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Felek bulut oldu üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada

Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada

21 Eylül 2012 Cuma

19 Eylül 2012 Çarşamba

Sosyal Medya (Facebook) Ameleleri..

Son yıllarda, sosyal medya denilen kavramların günlük hayatımıza iyiden iyiye girmesiyle, biz de millet olarak, günlük hayatta olmasa da Internet üzerinden sosyalleşmeye başladık.


Facebook, Twitter, Google+ v.b sayesinde, bir anda insanlarımız paylaşımcı oldu ve dürtme, beğenme, gibi kavramlarla yatıp kalkmaya başladı. Hayatında hiçbir şeyini insanlarla paylaşmayanlar bir anda oradan buradan buldukları şiiirleri, yazıları, resimleri, videoları ve daha paylaşılabilecek ne kadar ıvır zıvır varsa paylaşmaya başladılar. İstiklal marşını doğru dürüst söylemekten imtina eden, Atatürk' ü anma törenlerinde iki dakika saygı duruşuna bile katlanamayan öğrencilerimiz bir anda Atatürkçü, milliyetçi oldular. Yazılı kağıdına adını bile doğru dürüst yazamayanlar, bir anda sevdiğine şiirler yazan bülbüllere döndüler.


Hayatında hiç bir şey üretmemiş, tüm zamanı tembellikle geçmiş tipler, bakıyorsunuz adeta çalışkan işçi arılar gibi 1 dakika içinde 10 tane paylaşım yapar hale geldiler. Tabii çok çalışkan oldukları için paylaştıkları şeylerin doğruluğuna, yanlışlığına bakmaya fırsat bulamadan çılgınlar gibi paylaşmaya devam ettiler. Hayatında Mevlana' nın Mesnevi' sinin kapağını bile açmamış olanlar, bir anda Mevlana aşığı kesilip, onun güzel sözlerini paylaşmaya başladılar. Mevlana' nın İlahi Aşk için söylediği sözleri, kız arkadaşına söylediğini zannedip, sevgilileri için aşk sözleri olarak paylaştılar.

Kötü niyetli bazı kişiler tarafından yapılan fotomontajlara, araştırıp incelemeden, ağız dolusu küfürler ve hakaretler ile yorumlar yaptılar, onları paylaştılar. Ne kadar çok şey paylaşırlarsa yüceldiklerini, iyi ve faydalı bir iş yaptıklarını zannederek kendilerinden geçtiler. Sosyal paylaşım kahramanı olduklarını sandılar.

Yukarıdaki örnek resmi önce Twitter' da daha sonra araştırıp doğrulatmadan Facebook'ta paylaştılar. TRT, bu resmin altındaki yazıyı yalanladığı halde, bundan haberdar olmadan hala ameleler gibi paylaşmaya devam ettiler.

Tüm bunlardan sonra "Facebook amele kaynıyor" dediğimde de bana kızıyorlar..Sizden olsa olsa Facebook amelesi olur.

16 Eylül 2012 Pazar

Müslümanların Masumiyeti Filmi ve Tepkiler Üzerine...

Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (S.A.V) ve Kur'an' da adları geçen diğer peygamberler, müslümanlar için kutsaldır. Hiçbir müslüman Allah tarafından gönderilmiş bir peygambere laf söyleyemez, dil uzatamaz. Bu aynı zamanda müslümanlıkta imanın şartlarından birisidir.

Son günlerde, bazı video paylaşım sitelerinde fragmanı yayınlanan, yapım amacı tartışılması ve kimlere hizmet ettiği araştırılması gereken rezil bir film ile hem Peygamber Efendimiz' e hem de müslümanlara hakaretler edilmektedir. Bu film, tüm İslam alemini ayağa kaldırmıştır. Bunun sonucunda da kimsenin tasvip etmemesi gereken üzücü olaylar yaşanmıştır.


Bu rezil film, adının Sam Bacile olduğu söylenen (bu ismin de takma olduğu söyleniyor), basın organlarında İsrail' li olduğundan bahsedilen yönetmen tarafından yönetilmiş. Filmin yapım amacı belli. Tüm müslümanları kışkırtarak, İslam dünyasını ayağa kaldırmak. Ortaya çıkan aşırı tepkilerden sonra da, "Müslümanların şiddeti seven ve destekleyen bir grup olduğunu, İslam'ında buna sebeb veren bir din olduğu yalanını tüm dünyaya kabul ettirmek". Zaten filmin yapımcısı ve yönetmeninin sloganı,"İslam Kanserdir, Müslümanlar da böcektir".  Bazı yazarlara göre de filmin başka bir amacı "Başkanlık seçimi öncesi ABD Başkanı Barak OBAMA' yı zor durumda bırakarak seçimleri kaybetmesini sağlamak" . Filmin amacı ne olursa olsun, özellikle İslam dünyası, bu filme itidalli yaklaşmalıdır. Peygamber Efendimiz başımızın tacıdır ve ona karşı yapılan bu ve benzer saldırılar, müslümanlar tarafından tepki ile karşılanmalıdır.


Gösterilecek bu tür tepkiler, müslüman vakarına yakışır, ses getiren, hakkını yasal platformlarda arayan tepkiler olmalı, tepki gösterirken ortalığı yıkıp dökmek, önüne gelen herşeyi ateşe vermek, ülke bayraklarını yakmak, insanları öldürmek bir davranış biçimi olmamalıdır.


Maalesef İslam dünyası tepki gösterirken yine dünyanın gözünde kendini yanlış lanse etmiş, provakosyona alet olmuştur. Madem tepki göstereceksin, eline filmi protesto eden pankartlar al. Topluluk halinde yürüyüşler yap. Tüm dünyadaki basın organlarına tepkilerini gösteren ilanlar ver. İnsanların bir arada yaşamaları gerektiğini bu tür kışkırtmaların birlikte yaşama arzusuna zarar vereceğini yaz. Google, Youtube ve benzeri sitelere milyonlarca tepki e-maili gönder. İnternet sitelerinde, Facebook'ta, Twitter' da bunu protesto et. Eğer gerekli imkanların varsa, filmin gösterildiği ülkenin veya ülkelerin mahkemelerine başvur, devlet adamlarını devreye sok, bu işin diplomatik olarak, uluslararası platformda çözülmesini sağla. Bunlar, müslümana yakışacak davranış şekillerinden sadece bir kaçı. Böyle onlarca yol bulunabilir.



Bir ülkenin bayrağını yakmak, o ülkenin hiçbir şeyden haberi olamayan masum büyükelçisini öldürmek, sonra ölüsünü sokaklarda sürüklemek, insan olan  kimsenin kabul etmeyeceği ve müslümanım diyen insanlara yakışmayan bir tavırdır. Nasıl ki bir ülkede (Yunanistan, Suriye, Ermenistan v.b) protestolar sırasında Türk Bayrağının yakılması bizde nefret uyandırıyorsa, benzer nefret, bayrağı yakılan ülke vatandaşlarında da oluşmaktadır.

Libya' da misafir bulunan ve ülkesini temsil eden ABD Büyükelçisinin filmden ve yaşananlardan haberi yok iken roketle öldürülmesi, çok kötü ve yanlış bir tepkidir. Bir ülkenin büyük elçisi, o ülkede bulunduğu sürece, o ülkenin misafiri sayılır ve canı o ülkeye ve o ülkenin vatandaşlarına emanettir. Libya' da yapılan hareket, müslümanları tüm dünyanın önünde bir kez daha zor duruma düşürmüştür.

İslam dünyasında yaşayan,  itidalli bazı din alimlerinin bu konulardaki uyarıları tüm müslümanlar tarafından dikkate alınmalı, her türlü şiddet ve fanatizmden kaçınmalıdır. Aksi halde filmi yapan rezil insanların hedefine ulaşmasını sağlamış olursunuz.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Adalet Senden Yanaysa iyi midir?



Güney Kore'li Samsung ile ABD' li Apple arasında uzun süredir, patent konusunda anlaşmazlıklar ve patent davaları devam ediyordu.

Kaliforniya'da görülen davada, 9 kişiden oluşan jüri, Apple'ı memnun edecek, Samsung'u ise hayal kırıklığına uğratacak bir karar verdi. Karara göre Samsung, çok sayıda Apple patentini ihlal etmesinden dolayı rakibine 1 milyar dolar tazminat ödemeye mahkum edildi.

Niye?..Apple kendi ülkelerinin firması, Samsung başka bir ülkenin, en büyük rakip firması..9 kişilik jüri kimdir, patent konusunda nasıl bir uzmanlık potansiyeline sahiptir bilmek güç..ABD ekonomisi pamuk ipliğine bağlı bir durumda gidiyor. Apple, dünyanın en değerli  bilişim firması konumuna geldi..Bu konuda kendilerine rakip istemedikleri belli..

Microsoft, işletim sistemi ve office pazarında güçlenip, neredeyse tek söz sahibi haline gelince daha bir hırsla ve agresif satış ve pazarlama yöntemleri ile rakiplerine hayat hakkı tanımayan bir firma haline geldi..Şu an Microsoft düşüşte..Kimse, Office 2013 çıkıyormuş, Windows 8 çıkıyormuş, Microsoft tablet çıkarıyormuş, bunları takmıyor ve kimsenin umurunda da değil..

Şimdi, benzer bir politikayı Apple firmasının uyguladığını görüyoruz..Agresif, tekelci, rakiplerine hayat hakkı tanımayan bir strateji..
Amerikan adaleti de buna çanak tutuyor..Benim şirketim iyidir ve her zaman haklıdır, rakip şirketler (hele başka ülke şirketi ise) hep haksızdır..
Apple utanmazı, 2,5 Milyar dolar istemiş..Mahkeme bile bu kadarına "höst, bu kadarı çok fazla, 1 milyar dolar ile idare et" demiştir. Şimdi ben kalkacağım, bu ABD adalet sistemine güveneceğim..Siz ancak kendinizi kandırırsınız..Madem, Apple patentlerine bu kadar sahip çıkıyor, eğer samimi ise niye Çin' e patent davaları açmıyor..Çin'de yüzlerce firma, neredeyse IPHONE denen zımbırtının birebir yüzlerce çakmasını üretiyor..

Bu yapılan, son yıllar da dünyada yükselen bir bilişim ve elektronik devi haline gelen Samsung' un önünü kesmek, onu zorda bırakmaktır.

Adalet benden yanaysa iyidir, aksi halde kötüdür..Öylemi?

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Ramazan Bayramınız Kutlu Olsun..


İşlerimin yoğunluğundan, uzun süredir blog girdisi yazamamıştım. Ramazan Bayramı vesilesi ile hem bayramınızı kutlayayım, hem de günlüğün tozunu, pasını alayım dedim..

12 Nisan 2012 Perşembe

Bir Ben Vardır, Benden İçeru..

MFÖ Şarkılarını Seviyorum..

6 Nisan 2012 Cuma

ŞEYH EDEBALİ ‘ NİN NASİHATI


Şeyh Edebali, Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında yaşamış bir din alimidir. Osman Gazi' nin kayın pederi ve hocasıdır. Çok güzel nasihatleri vardır. Bunlardan bir tanesi, benim de çok beğendiğim ve günümüzde de hala geçerli olan aşağıdaki nasihatleridir.

Bak DOSTUM!

Cahil ile dost olma
İlim bilmez, İrfan bilmez, Söz bilmez, Üzülürsün

Saygısızla dost olma
Usul bilmez, Adap bilmez, Sınır bilmez, Üzülürsün

Aç gözlü ile dost olma
İkram bilmez, Kural bilmez, Doymak bilmez, Üzülürsün

Görgüsüzle dost olma
Yol bilmez, Yordam bilmez, Kural bilmez, Üzülürsün

Kibirliyle dost olma
Hal bilmez, Ahval bilmez, Gönül bilmez, Üzülürsün.

Ukalayla dost olma
Çok konuşur, Boş konuşur, Kem konuşur, Üzülürsün.

Namertle dost olma
Mertlik bilmez, Yürek bilmez, Dost bilmez, Üzülürsün.

- İlim bil, İrfan bil, Söz bil
- İkram bil, Kural bil, Doyum bil
- Usul bil, Adap bil, Sınır bil
- Yol bil;Yordam bil,
- Hal bil, Ahval bil, Gönül bil
- Çok konuşma, Boş konuşma, Kem konuşma
- Mert ol, Yürekli ol,
- Kimsenin umudunu kırma.

Sen seni bil, Ömrünce yeter sana.

2 Nisan 2012 Pazartesi

Ben Buyum, Ne Yapayım?


Evet kabul ediyorum. Dış görünüşüm sert ve çatık kaşlı.

İnsanlara saygısı olmayan, onları azarlayan, iten, kakan, insana ve hayvanlara merhamet göstermeyen, işini doğru dürüst yapmayan, sokağa tüküren, çöp atan, kendini beğenmiş, ukala, yaltakçı ve yalaka, devlete veya başkasına ait mallara ve malzemelere zarar veren, ağaçları kesen, insanlıktan nasibini almamış kimselere karşı her zaman sert, çatık kaşlı ve gerekirse kaba sabayım. Sesimi yükseltirim, ikaz ederim gerekirse azarlarım.

Beni tanımayan, iç dünyamı bilmeyen, oturup iki kelam etmemiş insanlar beni dış görünüşüm ile yargılayıp, önyargılı bir şekilde huysuz, asabi, sert görünümlü ve suratsız birisi olarak tanımlayabilirler veya görebilirler. Olsun hiç de umurumda değil. Hatta memnunum bile.. Bu, bana menfaat için yaklaşmak isteyen insanlar için onlarla aramda bir zırh oluşturuyor.

Aslında sert görünüşümün altında merhametli bir kalbim, şakacı ve muzur bir yanım var. Kalabalık ortamlarda pek konuşmam ve öne çıkmayı sevmem.. Fakat beni ateşleyecek bir ortamda isem, orayı esprilerle ve şakalarla kırıp geçiririm.

Yeni bir ortama girince insanlarla hemen kaynaşamam.. Öncelikle dışarıdan izlerim. Kim kimdir, nedir, frekanslarımız uyar mı, duruşu doğru ve dürüst mü.. Sonra frekansımın uyduğu, seçtiğim kişilerle dostluklar ve arkadaşlıklar kurarım. Dostluğum çok sağlamdır. İnsanlara düşmanlık etmem, kin ve nefret duymam. Kızıp sinirlensem de bu durum bir saman alevi gibi geçip gider.

Ben çalışmasını seven, okuyan, araştıran, gece geç saatlere kadar çeşitli projeler üzerinde çalışan, ülkesine ve milletine hastalık derecesinde aşık olan seven birisiyim. Özel sektörde daha iyi maaş şartlarında çalışırken, ülkeme ve gençlere daha iyi hizmet edebilirim düşüncesi ile öğretmenliğe geçiş yapmış birisiyim. 20 yıllık memuriyet hayatımda, aldığım sevk ve rapor sayısı çok çok azdır.

Elimden her iş gelir. Vaktı zamanında ; Tornacılık, mobilyacılık, marangozluk, inşaatçılık, ayakkabıcılık, ciltçilik, berberlik, sayacılık, gömlek ütücülüğü, elektronikçilik gibi bir çok işi yaptım. Her türlü yemeği iyi yaparım. Aşure zamanı gelince, yıllardır aşureleri ben yaparım.

Sıradan ve iddiasız görünmeyi severim. Ama sıradışı ve iddialı işler yapmayı severim. İnsanların yapılması zor dediği işleri yapmaktan keyif alırım. Toplumumuzun genelinin sahip olduğu milli ve manevi duygulara ziyadesiyle sahibim. Yaşça büyük olanlara saygıda kusur etmem, onlara karşı önümü iliklerim.

Bilgisayar konusunda oldukça iyi olduğumu zannediyorum. Bu konuda binlerce kişiye kurslar ve eğitimler verdim. Kitaplar ve eğitim diskleri hazırladım. Hazırlamaya da devam ediyorum. Karakalem resim yapmayı ve karikatür çizmeyi seviyorum. Web tasarımı ve grafik tasarımı yapmayı seviyor, amatör ruhla fotoğrafçılık yapmaktan büyük keyif alıyorum. Fotoğraf makinesinin önünde olmaktansa, arkasında olmaktan daha fazla zevk alıyorum.

Çok iyi yüzerim. Her türlü yüzme stilini bilirim. Araba kullanmayı çok severim. Kurallara uyar, güvenli sürüş tekniklerine riayet ederim. Trafikte insanları tehlikeye düşürecek hareketlerden kaçınırım. Kul hakkından çok çekinirim. Haksız olduğum durumlarda özür dilemesini bilir bunu bir erdem sayarım. Dedikodu yapmayı ve yapanları pek sevmem.. Dünya görüşü ve siyasi görüşü ne olursa olsun, başkalarına dayatma yapmadığı sürece insanlara saygı duyarım.

Ben buyum.. Fıtratım böyle.. Geçen yıllar benden çok şeyler götürse de huyum ve davranışlarım da pek değişme olmadı. Beni iyice tanımayıp, dış görünüşümle değerlendiren arkamdan konuşan ikinci tekil ve üçüncü çoğul şahışlara duyurulur.

19 Mart 2012 Pazartesi

Çanakkale Nedir?



Çanakkale, bir devrin battığı yerdir..
Çanakkale, vatan kalbinin attığı yerdir..
Çanakkale, Kınalı Ali' lerin destanıdır..
Çanakkale, Vatan'a kurban olan vatan evlatlarına kefendir..
Çanakkale, bir hilal uğruna güneşlerin battığı yerdir..
Çanakkale, yere düşen Türk Milletinin ayağa kalktığı yerdir..
Çanakkale, Dünyanın en güçlü ordularının boğaza gömüldükleri yerdir..
Çanakkale, bu milletin namusudur, bayrağıdır, türküsüdür..
Çanakkale, medeni geçinenlerin en büyük vahşetleri gösterdiği yerdir..
Çanakkale, Atatürk' ün tarih sahnesindeki yerini almasıdır..
Çanakkale, din için, vatan için, HAK için toprağa düşülen yerdir..
Çanakkale, bir milletin tüm dünyaya birlik ve beraberliğini göstermesidir..
Çanakkale, Türk Milletinin dünyaya insanlık dersi verdiği yerdir..
Çanakkale, Türk, Kürt, Çerkez, Laz v.b tüm grupların kardeş olduğu yerdir..
Çanakkale, Mehmet Akif Ersoy' un Şiiridir..
Çanakkale, Türk Milletinin şahlanışıdır..
Çanakkale, Kurtuluş destanının meşalesini yakan bir ateştir..
Çanakkale, Türk Milletinin dünyaya nasıl savaşılacağını öğrettiği yerdir..
Çanakkale, Geçilmez, Geçilemez' in tüm dünyaya ilanıdır..
Çanakkale, Seyyid Onbaşı' ların destanıdır..
Çanakkale, Genç Türkiye Cumhuriyeti' nin tohumunun atıldığı yerdir..

BU vesile ile Çanakkale' de ve daha bir çok cephede bu vatan için toprağa
düşmüş binlerce şehidimizi rahmet ve dua ile anıyoruz..

15 Ocak 2012 Pazar

Kahvenin Faydaları..



İlkokula giderken, Çeşme'ye Hasan Dedemi ziyarete gittiğimizde, rahmetli her sabah namazından sonra kendine kahve yapar, uyanık isek bize de kahvesinden tattırırdı. Üniversite bittikten sonra (Üniversitede daha çok çay içerdik), rahmetli babamın her kahve istediğinde, Valide sultanın bana da kahve yapması sonucu kahveye alıştım. Şimdi günde en az iki kez kahve içmek ve bu keyfi sürmek hoşuma gidiyor. Tabii, kahve derken Türk Kahvesi..Zaman zaman arkadaşlarla İzmir Hisarönü'ne kahve içmeye gidiyoruz..Hisarönü' ndeki kahvecilerden dibek kahvesi almanızı tavsiye ederim.

Geçen gün Internet'te dolanırken bir tıp sitesinde (www.hekimce.com) kahvenin araştırmalar sonucu bir çok yararının ortaya çıktığını okudum. Bunları sizinle de paylaşıyorum. Ne de olsa bir kahvenin kırk yıl hatırı varmış..

İtalya da yapılan araştırmalar sonucunda, kahvenin aşırı tüketilmemek şartıyla sağlığa 17 yararı ortaya çıktı.

* Kolesterolü düşürüyor.
* Ağrı kesicilerin etkisini yüzde 40 oranında artırıyor.
* Şeker hastalığının erken uyarı sinyali olarak kabul ediliyor.
* Göğüs kanseri riskini azaltıyor.
* Günde 3 fincan kahve, astım tehlikesini azaltıyor.
* Kahve girişkenliği arttırıyor.
* Siroz hastalığı riskini yarı yarıya düşürüyor.
* Nefesi açıyor.
* Kemikleri güçlendirir, ancak yaşlılar fazla tüketmemeli.
* Menopoz sorununu giderir.
* Tip 2 diyabeti ve Parkinson hastalığından koruyor.
* Selülit gibi cilt sorunlarına karşı etkili oluyor.
* Yüksek tansiyonu önlüyor.
* Pankreas kanserini azaltıyor.
* Kalp rahatsızlıklarını büyük oranda önlüyor.
* Bağırsakları düzenliyor.
* Depresyona karşı etkili.

Kaynak : www.hekimce.com

2 Ocak 2012 Pazartesi

Batılıların Afrika'ya Bakışı...

Aşağıdaki yazıyı bir gazete okudum. Hümanist geçinen Avrupa'lıların nasıl iki yüzlü olduklarını bir kez daha görmüş oldum. Sonuna kadar okuyunuz, ggüzel bir yazı..


Bir umudu olmalı insanın, hayallerinin gerçekleşmesini görmek için.

MERVE KARAASLAN KAMERUN

Kapısına gelip o sımsıcacık yardım elini uzatıp derdine derman olmasını beklersin belki yıllarca. Gözyaşlarına az da olsa bir teselli umarsın hayattan sadece yaşamak için. Hayatta sana verilmiş olan sınavı başarıyla geçebilmek içindir her şey. Bir dost umarsın yakınlarında konuşabilmek, dertleşebilmek için. Her gün olsun diye yalvardığın rüyalarının hayallerinin bir an önce gerçekleşmesini beklersin.

Bir Afrikalı çocuğun duygularını anlamaya anlamlandırmaya çalışırken bir yetimhanede bulduk kendimizi. Sabahın ilk ışıklarıyla umut dağıtmaya gidiyorduk. Güzel bir bayram sabahı arkadaşlarla yapılan kahvaltının ardından bizi bekleyen çocukların yanındaydık artık. Kimse birbirine anlatamasa da gözler ve tavırlar herkesi ele veriyordu. Umut yolculuğunda nelerle karşılaşacaktık bilmiyorduk. Bizi bekleyen kara çehrelerde nasıl bir duygu vardı bilemiyorduk.

Kamerun Yaounde'de The Central Orphanage yetimhanesindeydik. Umut dağıtmaya Türkiye'den gelen hayırsever işadamları ile beraber gelmiştik. Kapıdan içeriye teker teker giriyorduk. Bütün gözler bizim üzerimizdeydi. Büyük, küçük, kız, erkek, uzun, kısa.. birçok çocuk. Bir anda etrafımıza toplanmaya başlamışlardı. Heyecanlıydık. Herkes elimizde neler olduğunu incelemeye başlamıştı. Büyüklü küçüklü birçok paket olması belli ki çocukları da heyecanlandırıyordu. Biz de daha fazla heyecanlandırmadan yavaş yavaş dağıtmaya başlamıştık.

Ellerimizdeki çikolataları, oyuncakları, kitapları, kalemleri, kıyafetleri tek tek dağıtıyorduk. Gözlerindeki o mutluluğu görmek mutlu ediyordu hepimizi. Birbirimizin kalbinden 'iyi ki gelmişiz' seslerini duyabiliyorduk. Biz bu duygularla hediyeleri dağıtırken bir anda bir şey fark etmiştik. Biz mutluyduk belki dağıtırken ama çocuklarda beklediğimiz ilgiyi görememiştik. Sanki bir şeyler eksikti bu duygu tablosunda. Çocuklar mutlu değillerdi. Bir an acaba hediyeleri mi beğenmediler, sorusu dolaştı aramızda. Sonra bizim için anlamlı olan bu günü hatırlamak için fotoğraf çekilmek istedik. Herkes fotoğrafa gülümsedikten sonra çocuklara göz gezdirmeye başladık. Ve bizi hem şaşırtan hem duygulandıran hem de düşündüren bir durumla karşı karşıya gelmiştik. Çocuklar tek tek dağıttığımız hediyeleri teker teker tekrar bize iade ediyorlardı. Herkes birbirine bakıp 'Ne oluyor?' sorusunu soruyordu. Acaba gerçekten beğenmemişlerdi de o yüzden mi geri getiriyorlar yoksa yanlış bir şey yaparak onları üzdük mü, diye düşünürken aramızdan bir arkadaş dayanamayıp sordu: 'Neden hediyeleri geri veriyorsunuz?' Cevap hiç beklenmedik olmuştu: 'Buraya gelen ilk beyaz siz değilsiniz. Daha önceleri de birçok beyaz bizi ziyarete geldi. Bize hediyeler getirdiler. Bizler hediyeleri aldıktan sonra fotoğraflar çekildi ve bize dağıtılan hediyeleri tekrar toplayıp geri götürdüler.'

Duyduklarımız karşısında bir an garip düşüncelere daldıktan sonra hediyeleri tekrar dağıtıp çocukların yüzündeki neşeye şahit olduk. Bu sefer sevinçle almışlardı hediyeleri.